Sipariş listesinde ürün yok
9786258430912
495,00 TL
396,00 TL
-20%
Sosyal bir varlık olarak insan, diğer insanlarla birlikte yaşama ihtiyacı içerisinde
bulunmaktadır. Ancak Kur’an’ın da ifade ettiği gibi yaratılışı ve eğitilmemiş
ham tabiatı itibariyle son derece ‘bencil’, ‘cahil’, ‘zalim’ ve ‘nankör’ olan insan,
toplum içinde diğer insanların zararına ve kötülüğüne olacak bir biçimde, onlara
saygısızlık ve haksızlık etmek pahasına da olsa kendi istek ve arzuları, menfaatleri
doğrultusunda hareket edebilme eğilimindedir. Bu nedenle insanın varoluşuyla
birlikte tarihin ilk dönemlerinden beri bütün toplumlarda insanlararası ilişkileri
düzenleyen yazılı ve sözlü bir takım kurallar varolagelmiştir. Başka bir deyişle
suyun olduğu her yerde hayat olduğu gibi insanın olduğu her yerde de ahlak kurallarının
olması kaçınılmaz olmuştur. Çünkü sosyal bir varlık olan insanın hem
kendisiyle hem de içinde yaşadığı toplumun bireyleriyle uyum içerisinde yaşayabilmesi,
hayatını devam ettirebilmesi, her türlü davranışını ve diğer insanlarla
ilişkilerini düzenleyen bu kurallar saye-sinde mümkün olmaktadır.
Esasen insanın diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenleyen ahlak kurallarını,
bir nevi trafikteki araçların akışını düzenleyen trafik lambalarına benzetmek
mümkündür. Trafiği düzenleyen trafik lambaları olmadığında veya yanmadığında
araçların birbirlerine çarparak kaza yapması, maddi ve manevi anlamda
birbirlerine zarar vermesi, kısacası trafikte kaos ve karmaşanın olması kaçınılmaz
olduğu gibi, toplum içerisinde yaşayan insanların birbirleriyle ilişkilerini
düzenleyen onların davranışlarına yol gösteren ahlak kuralları olmadığında da
toplumsal düzen, huzur ve barıştan söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyıla ahlakın
hem birey hem de toplum için gerekli olduğu söylenebilir. Birey açısından
bakıldığında, davranışlarına yön veren ahlak kurallarından yoksun olan bir kimse,
pusulasız bir gemi misali hayatında bir boşluk, düzensizlik ve disiplinsizlik,
diğer insanlarla olan ilişkilerinde de birtakım problem ve aksamalar yaşayacaktır.
Bu anlamda sûfilerden Zunnûn Mısrî’nin de belirttiği gibi ‘halkın içinde dert ve
düşüncesi en çok olan kişiler, huyu (yani ahlakı) en kötü olan kişiler’, olduğu için
kötü huylu ya da kötü ahlaklı kimsenin başının dertten kurtulması mümkün değildir.
Ahlak, birey açısından olduğu gibi toplum açısından da önemli ve gerekli
bir olgudur. Çünkü toplumlar ahlak sayesinde sağlıklı, uyumlu ve bütünleşmiş
bir yapı kazanırlar. Böylece barış ve huzur içerisinde uzun süre ayakta kalabilirler.
Ahlakî kuralların davranışlara yol gösterici olmadığı, ahlakî değerlerin dejenere
olduğu ya da zayıfladığı toplumlarda, kişiler arasında sağlıklı ve uyumlu ilişkiler
olmadığı gibi toplumsal birlik ve beraberlikten, huzur ve barıştan, güven ve adaletten
söz etmek de mümkün değildir. Böylesi toplumlarda bireyler arasında kin,
nefret, düşmanlık, fitne, haset, kaos, anarşi, düzensizlik, güvensizlik gibi pek çok
toplumsal ahlak probleminin yanında sosyal çözülme de kaçınılmaz hale gelir.
Oysa ahlak kuralları sayesinde insanlar arasındaki ilişkilerde barış, huzur, güven
ve işbirliği tesis edilir, sosyal bütünleşme sağlanarak, toplumsal suç oranları asgariye
indirgenir. Aksi takdirde İbn Rüşd’ün de işaret ettiği gibi ahlakın ve ahlakî
değerlerin ihlal edilmesi ve manevî bir varlık olan insanın ahlakî davranmayı göz
ardı etmesi sonucunda, bu ihlalin bedeli olarak mahkeme, hapishane ve psikiyatri
olmak üzere üç kuruma olan ihtiyaç fazlasıyla kendisini hissettirir. Dolayısıyla
toplumların ana cevheri olan ahlak, toplumların yükselmesi, güçlenmesi ve bekası
için hayatî öneme sahiptir. Başka bir deyişle medeniyet için vazgeçilmez
temel unsur olan ahlak olmadığında, insanlar bir arada yaşayamadığı gibi toplum
da medeniyet de var olamaz. Kısacası hem bireyin iç dengesine kavuşması ve
çevresiyle bütünleşmesi bakımından, hem de toplumların istikrar ve düzeni, huzur
ve güvenliği, devamlılığı açısından ahlak son derece önem taşır. Bu nedenle
toplum içerisinde dünyaya gelen bütün çocukların sosyalleşme süreci içerisinde
başta aile, okul ve sosyal çevresinden öğrendikleri ve zamanla içselleştirerek kendi
kişiliklerine mal ettikleri ahlak kurallarının kaynağı ister din olsun, ister dinin
dışında başka bir şey olsun söz konusu kurallar her zaman her yerde var olmuş ve
insanların davranışlarına yol gösteren birer pusula görevi görmüştür.
Başta ilahi dinler olmak üzere dünyadaki bütün dinlerin amacı, insanların huzur
ve barış içerisinde yaşamalarını temin etmektir. Bu nedenle genellikle bütün
dinlerde, kişilerin üstün veya yüce kabul ettikleri varlıkla, diğer insanlarla ve kainattaki
canlı cansız tüm varlıklarla ilişkilerini düzenleyen birtakım emir ve yasakların
olduğu görülmektedir. Hatta başta İslam dini olmak üzere dinlerde inancın
gereği olarak yapılan birtakım dinî pratiklerin nihaî amacı da insanı ahlak bakımından
olgunlaştırmak, davranışlarını güzelleştirmektir. Bu anlamda din ile ahlak
kurallarının, biribiriyle kesişen ortak bir amaca hizmet ettikleri söylenebilir.
Bu noktadan hareketle ilk çağlardan beri bazı Batılı ve İslam düşünürleri, ahlak
ile din arasında sıkı bir ilişki olduğunu, ahlakın kaynağında dinin bulunduğunu
ifade etmişlerdir. Diğer taraftan bu düşünürlerin görüşlerine karşı çıkarak ahlakı
akıl, duygu ve sezgi gibi öğelerle din dışı olarak temellendirenler de olmuştur. Bu
bağlamda İslam düşünürleri genellikle Kur’an ve sünnetten hareket ederek ahlakı
din ile temellendirirken Batı’da başta ünlü ahlak kuramcısı Lawrance Kohlberg
olmak üzere bazı düşünürlerin ahlakı dinden bağımsız olarak düşünerek din dışı
temellendirdikleri görülmektedir.
Modern öncesi dönemde her şeyin ölçüsü bir bakıma inanılan din ve o dinin
değerleriydi. Bu hususa bağlı olarak dinî inanç ve değerler, hayatın her alanına
hakim bir vaziyetteydi. Batıda meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmelere
paralel olarak yaşanan sanayi devrimi, akabinde modernleşme, pozitivizm ve sekülerleşme
ile birlikte dinin birey ve toplum hayatındaki etki gücü zayıflayarak
bilhassa 18.yüzyılın sonlarından 19.yüzyılın başlarına gelindiğinde, din ve dinî
inançlar yaşamın her alanından yavaş yavaş çekilmeye başlamıştır. Başka bir deyişle
modernite ile birlikte insanın manevî yönü olan ruhu ile maddî yönü olan
bedeni arasındaki bağlantının kopuşuna bağlı olarak bilgi, ahlak ve varlık arasındaki
bağlantı da sona ermiştir. Dolayısıyla günümüz dünyasında dinî ve ahlakî
değerlerin yerini modernizmin bireycilik, haz, hız, bencillik ve rekabet gibi
değerleri almaya başlamıştır. Buna bağlı olarak çoğu zaman günümüz insanın
davranışlarına yol gösteren ve yön veren değerlerin modernitenin değerleri olduğu
görülmektedir.
Bütün ülkelerde, toplumların geleceğini teşkil etmeleri bakımından çocuk ve
gençlere büyük önem verilmektedir. Dünyada meydana gelen yenilikleri ve değişiklikleri
çok yakından takip eden gençler, henüz kişilik ve karakter oluşumlarını
tamamlamamış, hayat felsefelerini ve dünya görüşlerini de tam anlamıyla oluşturmamış
olmanın etkisiyle yetişkin ve yaşlılara nazaran yenilikleri daha kolay
benimseyip kişiliklerine mal edebilmekte, modern çağın gereklerine ve çağdaş
yaşama daha fazla ayak uydurabilmektedirler. İşte bu araştırmada günümüz dünyasında
yaşayan gençlerin davranışlarında ahlak kurallarının ne derece etkili olduğu,
gençlerin dinî bağlılık ve dinî yaşantı düzeyleri yani dindarlıklarının ne
düzeyde olduğu, daha da önemlisi ahlakî gelişim düzeyleri ile dinî inanç, tutum
ve davranışları arasında bir ilişki ve etkileşimin olup olmadığı ayrıca bu hususta
diğer sosyodemografik faktörlerin ne derece etkili olduğu ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
Daha öz bir anlatımla araştırmamızda, günümüz gençlerinin ahlakî
olgunluk düzeyleri ile dindarlık düzeyleri ve bu ikisi arasında bir ilişki olup olmadığı,
varsa bunun ne yönde ve nasıl bir ilişki olduğu hususu, iki farklı ülke,
toplum ve kültür bazında karşılaştırmalı olarak incelenmeye çalışılmıştır.
Her araştırmada olduğu gibi bizler de bu araştırmayı gerçekleştirirken pek
çok zorluk ve sıkıntı yaşamamıza rağmen her zorlukla birlikte kolaylığını da lütfeden
alemlerin Rabbi sayesinde bu mütevazi çalışmayı tamamlamaya muvaffak
olduk. Her şeyden önce bu çalışma, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumu (TUBİTAK) tarafından desteklenmiş bir projenin ürünüdür. Bu bağlamda
araştırmayı destekleyen Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
(TUBİTAK)’na, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörlüğü’ne, İlahiyat
Fakültesi yönetimine, Roehampton Üniversitesi’ne ve Prof. Dr. John Eade’ye teşekkürü
bir borç bilirim. Ayrıca özellikle araştırmanın yurtdışı ile ilgili kısmını
gerçekleştirme esnasında projeye olan desteklerinden dolayı İngiltere Türk Diyanet
Vakfı yetkililerine ve ilgili kurumun bünyesinde çalışan tüm perso-nele ve
bilhassa İngiltere Diyanet Vakfı sayesinde tanıştığım ve Türk azınlığa ait gençlere
ulaşmamda büyük yardım ve desteklerini gördüğüm başta Zehra Hanım, Dilek
Hanım, Fatma Hanım, Hilal hanım, Melek Hanım, avukat Zehra Hanım ve
Asuman Hanım’a, ayrıca isimlerini burada tek tek sayamadığım saha araştırmasında
şahsıma yardımcı olan kişilere ve gönüllü tüm katılımcı gençlere en kalbî
teşekkürlerimi sunuyorum. Diğer taraftan her zaman engin bilgi ve tecrübeleriyle,
manevî destekleriyle beni yüreklendiren çok kıymetli hocalarım Prof. Dr.
Hayati Hökelekli, Prof. Dr. Veysel Uysal, Prof. Dr. Recep Kılıç, Prof. Dr. Öznur
Özdoğan’a ve tabiiki her koşulda hiçbir zaman maddi ve manevi yardımlarını ve
desteklerini esirgemeyen canım aileme sonsuz teşekkürler….
ISBN | 9786258430912 |
Basım Yılı | 2022 |
Sayfa Sayısı | 535 |
Yazar(lar) | Nurten KIMTER |